Şiir - Makale - Çeviri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şiir - Makale - Çeviri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Şubat 2017 Cuma

Adnan Menderes Uçak Kazası

Adnan Menderes Uçak Kazası

17 Şubat1959 yılnıda Başbakan Adnan Menderes ve beraberindekileri Londra'ya götüren THY'nin SEV uçağı Gatwick havaalanı yakınlarında düştü. Menderes kurtuldu, aralarında Anadolu Ajansı Genel Müdürü Şerif Arzık'ın da bulunduğu 14 kişi öldü.

Adnan Menderes Uçak Kazası

Sakarya Milletvekili Rıfat Kadızade, Başbakan Adnan Menderes’in dışarı çıkmasını sağladı. Menderes, mucizevi bir şekilde kazadan yara almadan kurtuldu.

Adnan Menderes Uçak Kazası

Kazada ölenler


  • Ali Server Somuncuoğlu (Basın-Yayın ve Turizm Bakanı)
  • Şerif Arzık (Anadolu Ajansı Genel Müdürü)
  • Abdullah Parla (Türk Hava Yolları Genel Müdürü)
  • Kemal Zeytinoğlu (DP Eskişehir Milletvekili)
  • Muzaffer Ersü (Başbakanlık Özel Kalem Müdürü)
  • İlhan Savut (Dışişleri Bakanlığı 2. Daire Başkanı)
  • Mehmet Ali Görmüş (Basın-Yayın ve Turizm Bakanlığı Özel Kalem Müdürü)
  • Sedat Görmüş (Dışişleri Bakanlığı kâtibi)
  • Burhan Tan (Akşam Gazetesi foto muhabiri)
  • Münir Özbek (Kaptan Pilot)
  • Sabri Kazmaoğlu (Yardımcı pilot)
  • Lütfi Biberoğlu (Yardımcı pilot)
  • Gönül Uygur (Hostes)
  • Gündüz Tezel (Telsiz operatörü)


Yaralananlar

  • Adnan Menderes (Başbakan)
  • Şefik Fenmen (Özel Kalem Müdür Yardımcısı)
  • Rıfat Kadızade (Sakarya Milletvekili)
  • Emin Kalafat (Çanakkale Milletvekili)
  • Melih Esenbel (Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri)
  • Arif Demirer (Afyon Milletvekili)
  • Kazım Nefes (koruma polisi)
  • Yurdanur Yelkovan (hostes)
  • Kemal Itık (makinist)
  • Türkay Erkay (kabin memuru)

Adnan Menderes Uçak Kazası

Kazadan önce DP ile muhalefetteki CHP'nin ilişkileri oldukça gergindi. Menderes'in kazadan sağ olarak kurtulması muhalefetle aralarında kısa süreli bir yumuşama sağladı. Ancak bu durum uzun sürmedi. Başbakan Menderes, bir yıl sonra 27 Mayıs 1960'ta askerî darbe ile devrildi ve 17 Eylül 1961'de askeri yönetimin kurduğu mahkeme tarafından iki bakanıyla beraber idam edildi.

12 Ocak 2017 Perşembe

Vatanım Sensin Halide Edib Adıvar Şiiri

Halide Edib At Binerken, 1920

Halide Edib Adıvar'ın İzmir mitinginde okuduğu şiir:

Evlatlarım beni bilenleriniz vardır muhakkak,
Ama bilmeyenleriniz için söyleyeyim;
İsmim Halide Edib,

Ben İslamiyetin bedbaht bir kızıyım,
Ve bugünün talihsiz fakat aynı derecede kahraman devrinin anasıyım!
Bugün Müslümanlar ve Türkler,
Şanlı tarihlerinin en karanlık günlerini yaşıyorlar.
Bugün elleri kolları kesilmiş bir duruma Türk milletinin,
Tarihindeki, geçmiş günlerindeki gibi cesur, atılgan ve kahramanlıklar dolu bir yüce ruhu var.
Bu yaşananlar tıpkı zifiri karanlık bir gece gibidir.
Ancak insanın hayatından sabahı olmayan gece yoktur.
Yarın bu korkunç geceyi yırtıp,
Parlak bir sabah yaratacağız.
Bu, dar ağacında iki gencecik bedeni sallandırabileceklerini düşünüyorlar.

Bir karanfili dalından sertçe söküp koparabileceklerini,
Asırlardır medeniyim diyen bütün batılı Avrupa devletleri,
Bizi parçalamak ve topraklarımız üzerinde en vicdansızca girişimlerde bulunmaktan da asla geri kalmadılar.

Bizler bahtsız bir nesiliz,
Bizler belkide yaşça çok genciz.
Kimi zaman Çanakkale siperlerinde,
Düşmana kan kusturan, başına bela kesilen Mehmetçik,
Kimi zaman İzmir Kordon boyunda dipçiklere asker Mehmet.
Kimi zaman kendi kabuğuna sığamayan bir Ali bir Ayşe,
Kimi zaman kendine atalarının emanetlerine ihanet etmiş gibi gören bir Hüseyin, bir Emine,
Bütün bunların hepside sizsiniz! biziz!
Bütün bunlara bu yürek nasıl dayanacak,
Bir beklentimiz, bir umudumuz ve hele hele içimizdeki o coşkulu ateş olmasa,
Sakın ola ki bu umudunuzu içinizden atmayınız.
Çünkü işte o zaman, düşmanların asırlardır yapmaya çalışıp da bir türlü beceremediklerini,
Sen, ben, sizler, bizler bir anda bitiririz.
Size istikbalimize nasıl yürüyeceğimizi söyleyeyim;
Bir gün gelip de oğlum bana, ben neyim diye sorduğu gün,
Ona semalardan haykıran bir melek gibi,
Büyük bir tarihe sahip bir Türksün diyeceğim.
Bu ses, bu nida, onun ruhunda her zaman çok büyük fırtınalar koparacaktır.

İnancı olmayanın hürriyeti de olamaz.
Şimdi gelin bu yüce gaye uğruna hep birlikte ant içelim.
İnsanlık ve adalet esaslarına bağlı kalacağıma,
Ve hangi şartlar altında olursa olsun,
Hiçbir kuvvete boyun eymeyeceğime,
Yemin ederim, Yemin ederim!!

Halide Edib resimleri için tıklayınız.

4 Ocak 2017 Çarşamba

İkinci Kahire Konferansı

Franklin D. Roosevelt -Ismet Inönü - Winston Churchill


İkinci Kahire Konferansı (kod adı SEXTANT) 4-6 Aralık 1943 tarihlerinde Kahire, Mısır'da, Türkiye'nin II. Dünya Savaşı'na Müttefik Devletler lehine katılması için gerçekleşen Konferansdır.

Toplantıya, Birleşik Devletler'den Başkan Roosevelt, Birleşik Krallık'tan Başbakan Churchill ve Türkiye Cumhuriyeti'nden Cumhurbaşkanı İnönü katılmıştır.

1941'e kadar, Roosevelt ve Churchill'in her ikisi Mihver Devletleri'nin Orta Doğu petrol kaynaklarına ulaşımını bloke ettiği için Türkiye'nin tarafsız kalmasının Müttefik Devletler'in çıkarlarına uygun olduğu görüşünü devam ettirdiler. 1942 sonuna kadar Mihver Devletleri'nin erken zaferleri sonucunda, Roosevelt ve Churchill, Türkiye'nin Müttefik Devletler'in lehine savaşa katılmasını yeniden değerlendirdiler.Türkiye, kendine yeten ölçüde bir ordu ve hava gücünü ayakta tutuyordu ve özellikle Churchill, Türklerin Balkanlar'da yeni bir cephe açmasını istiyordu. 30 Ocak 1943 tarihinde, Winston Churchill, Türkiye'de Adana'nın 23 kilometre dışında bulunan Yenice istasyonunda bir tren vagonunun içinde İsmet İnönü ile gizlice buluşarak, yaptıkları Yenice görüşmelerinde bu konuyu tartıştılar.

İkinci Kahire Konferansı

Roosevelt, diğer taraftan, hala Türk saldırısının hala çok riskli olduğuna inanıyordu ve muhtemel Türk yenilgisinin Müttefikler için felaket etkileri olacağına inanıyordu.

İnönü, ülkesinin 1911 ile 1922 yılları arasında 11 yıllık fasılasız savaş (Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve Türk Kurtuluş Savaşı) boyunca çektiği zorlukları gayet iyi biliyordu ve elinden geldiğince uzun bir süre Türkiye'yi savaştan uzak tutmak niyetindeydi. İnönü, ayrıca Türkiye için mali ve askeri yardım garantileri istemenin yanında Joseph Stalin'in açıkça beyan ettiği üzere Birleşik Devletler ve Birleşik Krallık'ın Sovyetler Birliği'nin savaştan sonra Türk Boğazları'nın işgaline karşı Türkiye'nin yanında olmasını istiyordu. Sovyet işgali korkusu ve Stalin'in Türk Boğazlarını kontrol etmek üzerine açık arzusu Türkiye'nin yabancı ilişkilerde tarafsız olma ilkesini bırakıp 1952 yılında NATO'ya girmesine neden oldu.


Roosevelt ve İnönü istediklerini alırlarken, Churchill bu sonuçtan biraz hayal kırıklığı yaşadı.
Churchill'in Adana'da söz verdiği mali ve askeri yardımların miktarındaki muhtemel kesinti, Türkiye'nin müttefiklerinin yanında hemen savaşa katılmama isteksizliğinin belkide en büyük sebebiydi. Aralık 1943'te Anglo-Amerikan otoriteler, genel durumun kökten değişmesiyle, 1943 baharında imzalanan Hardihood Anlaşmasında sağlanandan çok daha küçük ölçekli yardımın gerekli olduğunu düşündüler. Britanyalılar, azaltılmış ölçekli Satürn Yardım Planı'nı önerdiler.Türkler, diğer yandan, savaşa girdiklerinde anavatanlarını savunabilecekleri kadar güçlü olmayı istiyorlardı ve yeni planın güvenlik ihtiyaçlarını karşılaması konusunda şüpheleri vardı. Churchill, Overlord Harekâtı'ndan sadece altı ay uzaktaydı, Türkiye'nin güçlenmesi için gerekli zaman ve ihtiyaç duyduğu kaynaklar konusunda gönülsüzce karar verdi ama Türkiye bunu kabullenmedi.Türkiye'nin bu kararı, Birleşik Devletler Genel Kurmay Başkanlığını ve onun planlamacılarını, Overlord Harekâtı'na verilen dikkatin dağılması tehdidini bertaraf ettiği için rahatlattı.

Konferansın sonunda, Türkiye'nin tarafsızlığının devam etmesine karar verildi.Ayrıca Müttefik Devletler'in bölgedeki muhtemel hava operasyonları için Adana yakınlarında İncirlik Hava Üssü'nün inşa edilmesine karar verildi fakat inşaat II. Dünya Savaşı bittikten sonra başladı.[1] İncirlik Hava Üssü daha sonra Soğuk Savaş boyunca NATO için önemli bir rol oynadı. Bir başka karar ise Japon İmparatorluğu'na karşı Burma'da gerçekleştirilicek Anakim Harekâtı'nın ertelenmesiydi.

Roosevelt ve İnönü'nün her ikisi istediklerini alırlarken, Churchill bu sonuçtan biraz hayal kırıklığı yaşadı çünkü savaşa aktif Türk katılımının Almanların güneydoğudaki "yumuşak bel altlarına" vurulması ile yenilgilerinin hızlandıracağına inanıyordu.

Yalta Konferansı'nda Nazi Almanyası ve Japon İmparatorluğu'na karşı resmen savaş açmış ülkelerin Birleşmiş Milletler'e kabul edileceğinin 1 Mart 1945 tarihinde ilan edilmesinden sonra Türkiye nihayetinde Müttefikler yanında 23 Şubat 1945 tarihinde savaşa katıldı.Ancak Türkiye Askeri çatışmalara doğrudan katılmadı, Müttefiklere malzeme tedariği ile sınırlı kaldı ve Mihver devletleri politik ve ekonomik ambargo uyguladılar. ( Kaynak : Wikipedia )

30 Aralık 2016 Cuma

Halide Edib Hayatı ve Resimleri - Vatanım Sensin

Halide Edib at binerken 1920

Halide Edib Adıvar Kimdir?

Popüler kültürde Vatanım Sensin dizisiyle tekrar hatırlanan Halide Edib Adıvar 1882 yılında doğdu ve Kurtuluş Savaşı yıllarında Türk kadının bağımsızlık sembollerinden birisi oldu.

Mustafa Kemal Paşa Halide Edib ile Gebzede

1893-1894 yıllarında Üsküdar Amerikan Kız kolejine başladı. İngilizce'ye hakim olan Halide Edib, ilk çevirisini 1897'de yayınladı. 1899 yılında koleje tekrar devam etti.

Halide Edib Uçağın Önünde

1900'lerin ünlü matematikçisi Salih Zeki Bey ile evlendi.  Eşi rasathane müdürü oluğu için evleri hep rasathane içinde oldu ve bu yaşam ona sıkıcı geldi. 1901 yılında Amerikan Kız Kolejini bitiren ilk Türk kızı oldu.  1903 yılında ilk oğlu Ayetullah, bundan on altı ay sonra da ikinci oğlu Hasan Hikmetullah Togo dünyaya geldi. 1905 yılında gerçekleşen Japon-Rus savaşında batı uygarlığının bir parçası sayılan Rusya'yı Japonların yenmesinin verdiği sevinçle oğluna Japon Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Togo Heihachiro'nun ismini vermiştir.

Halide Edib Adıvar

İlk yazıları 1908 yılında Tanin'de yayınlanmaya başlandı. Yazılarında Halide Salih ismini kullandı.

Halide Salih imzası

Halide Edib 1917 yılında, aile doktoru olan Doktor Adnan Adıvar ile kendisi Suriye'de iken babasının vekaletiyle evlendi.

Halide Edib ve Adnan Adıvar

Mor Salkımlı Ev adlı eserinde anılarını anlattı.

Halide Edib ve Babası Üsküdar'da bahçelerinde

1921 yılında Kurtuluş Savaşı'ndaki durumundan ötürü Onbaşı unvanını aldı.


Onbaşı Halide Edib Adıvar

9 Ocak 1964'te vefat eden Halide Edib Adıvar, İstanbul Merkez Efendi Mezarlığına defnedildi.

Halide Edib İzmir Şiiri için tıklayınız.

28 Aralık 2016 Çarşamba

IV. Murat Tahta Nasıl Çıktı?

IV. Murat tahta Nasıl Çıktı?

IV. Murat tahta Nasıl Çıktı?

II. Osman'ın tahttan indirilmesi üzerine I.Mustafa ikinci defa tahta çıkarıldı. Ancak padişahın psikolojik durumunun hükümdarlık yapmaya elverişsiz olması sebebiyle, iktidar zorbalarının elindeydi. Osmanlı tarihinde deli diye anılan padişah Sultan İbrahim’dir. Ancak I.Mustafa ile kıyaslandığında ona göre oldukça akıllı olduğu görülür. Osmanlı tarihinde deli diye anılacak asıl padişah I. Mustafa’dır.

I.Mustafa’nın son  veziriazamı Kemankeş Ali Paşa, padişahın tahttan indirilmediği müddetçe devlet işlerinin düzelemeyeceğini düşündüğünden bu meseleyi görüşmek üzere devlet ileri gelenleri toplandı. Toplantının sonunda, I.Mustafa’nın tahttan indirilip, yerine I. Ahmet’in oğlu ve II. Osman’ın küçük kardeşi Şehzade Murat’ın geçirilmesi kararı çıktı. IV. Murat tahta geçtiğinde 12 yaşındaydı ve o tarihe kadarki Osmanlı hükümdarları içerisinde en küçük yaşta tahta geçen padişahtı. IV. Murat tahta geçtiğinin ertesi günü Eyüp Sultan’da Şeyh Aziz Mahmut Hüdayi’nin elinden kılıç kuşandı. Ancak tahta çıktığında sünnetsiz olduğu için cülusunun 5. Günü sünnet edildi.
                                                                                  (Kaynak:Sorularla Osmanlı İmparatorluğu S.293)

22 Aralık 2016 Perşembe

Halit İkbal Vatanım Sensin Yeter Şiiri


Halit İkbal yeni şiiri;


Yetti artık Yeter!

Derlenip toplanma vakti geldi.

Tesbih habbeleri gibi saçılıp döküldüğümüz Yeter!

Memleketin en kuytu zaiveyelerinde,

Kirli emeller peşinde koşulurken,

Miskinler gibi içimize çektiğimiz uyku Yeter!


Halit İkbal Daha Ne Kadar Eğileceksin şiiri tıklayınız;

Daha Ne Kadar Eğileceksin

Halit İkbal Kimdir?
Vatanım Sensin dizisinde adı geçen bu kişinin Halide Edip Adıvar olduğu tahmin edilmektedir çünkü aynı dizide Hasan Tahsin rolü için soy ismini değişerek Hasan Basri olarak yansıttılar ekrana. (Güncelleme: 10.bölümden anlaşılacağı üzere; Halide Edib rolünde Halit İkbal değil gerçek Halide Edib oynamaktadır.)

Halide Edib hayatı ve resimleri için tıklayınız

Modernleşme Döneminde Osmanlı Tarih Yazıcılığı

Modernleşme Döneminde Osmanlı Tarih Yazıcılığı

 
            Modernleşme Döneminde Osmanlı Tarih Yazıcılığı

Osmanlı tarihi İslam tarihinin devamıdır. Sebep-Sonuç ve disiplinler arası tarih yazımı ancak 19. yüzyılda başladı.

12. yüzyılda kurulan matbaa ve Tercüme heyeti gibi önemli gelişmeler tarih gelişiminde değişimi beraberinde getirdi. Avrupa ile yoğunlaşan diplomatik ilişkiler ve oraya giden diplomatlar tespit ve gözlemlerini yazmış ve yeni bir sefaretname yazıcılığını da beraberinde getirşmişti.

17. yüzyılda oluşturulan vakanüvis, kurum merkez teşkilatlarına bağlı resmi bir devlet tarihçiliğin oluşumunda önemli bir rol oynamıştı. Vakanüvisler devlet merkezli olayları ilgilendiren konuları tespit ederek ve günümüzün tarih araştırmalarında değerli eserler sundular. Vakanüvislerin en iyi örneklerinden birisi Şerizadedir. Ahmet Cevdet Paşa’nın 12 ciltlik Tarih-i Cevdeti eserini kaleme almıştır. Şerizade sadece olayları değil aynı zamanda Avrupa parlamentosu, şehirler, sigorta karantina sistemini kaleme aldı. Yazılı kaynakların tarihteki önemi ve tarih araştırmalarında gerçeğe ulaşmak için haritaların toplanması gerekir. Cevdet Paşa Tezakiri Maruzat eserinde olayları tenkitler bir acıdan analiz etmiştir. Tarih-i Cevdeti, Osmanlı Tarihinde en büyük başarısından biridir. Bu eserde tarihi olaylar tenkit edilmiş, değişik yöntemler kullanılmış, analizler yapılmıştır.

Tarih-i Cevdet İlk Sayfası
Tanzimat'la birlikte Osmanlı müverrihler tarihe bakışı yavaş yavaş değişmeye başladı. Tanzimat fermanından sonra eski usulde tarihi eserler tertip edilmiş diğer yandan Avrupa usulünden ilham alınarak tamamen modern tarzda eserler yazılmıştır. Osmanlı’da, Fransız ve İngiliz aydınlarının düşünceleri öğrenilmiştir. Daha sonra kurulan Encümeni Danış, Osmanlı tarih yazımı için hayati önem taşımaktadır. Bu kurumda Osmanlı Tarihi Avrupa Tarihinin bir parçası haline gelmiştir. Encümeni Danış kurumunu, Ahmet Cevdet ve Hayrullah Efendi tarihlerine kadar götürebiliriz. Türk Tarihi içinde ilk defa Batı kaynaklarına başvuran Hayrullah Efendi, eserinde dünya tarihi ile ilgili bilgiler vermiştir. Tarafsız bir eserdir. Ahmed Refik Dede ise Osmanlı tarihini yeni yakalamış hem de bilimsel Türkçülüğün kurucularından birisi olmuştur. Ayrıca daha sonra bu kitap mekteplerde dahi okutulmuştur.

19. yüzyıl, Avrupa’da siyasal ve toplumsal durum tarihi yazımında belirleyici rol aldı. Devrimlerle birlikte millet kavramı ile birlikte tarih yazımı dünyanın birçok yerinde milletleşme sürecine eklenerek gelişmiştir. Osmanlı ve Tanzimat Tarih yazıcılığı Osmanlıcılık siyaseti olmuştur. Buradaki tarih yazımı devletin dağılımını önlemek için din ve mezhep ayırımı gözetmeden siyasi ve hukuki acıdan eşit bir toplum meydana getirmek amaçlamıştır. Modern tarih yazımı 19. yüzyılda gelişmiş, Avrupa ideolojisinden  ilham alınarak yazılar kitaplaştırılmıştı. Osmanlı aydınları devletin çöküşlerini kurtarmak için Osmanlı milliyetçi tesisiyle olacağına inanmışlardır. Yeni anlamda Osmanlı milletini oluşturmak istemişlerdir. Bunlardan en önemli örnek ise Namık Kemaldir. Çökmeye yüz tutmuş devlete yeni bir ruh vermek ve topluma çağdaş bir düşünce yapısına kavuşturmayı amaçlamıştır. Eserinde ‘miletperestlik’ ve ‘vatanseverlik’ duygularından bahsetmiştir. Tanzimat döneminde en çok eser bırakanlardan biri de Mithat Efendi’dir. Osmanlıcılık fikrini ön planda tutmuş eserinde ‘romantik’ ve ‘pragmatik’ duygulara hakim olamamıştır.

Vatan Yahur Silistre İlk Sayfası
1860’lardan sonra Tarih yazıcılığında ideoloji olarak ‘Türkiye Türklerindir’ hakim olmaya başladı. İslam ilimlerine ve dillerine vakıf birçok âlim matbaanın inkişafına rağmen Arap ve İran tarihlerine atıf ve çeviriler yapılmamıştır.

Ancak 1908’den sonra tercüme hız kazanmaya başlamıştı. 19. yüzyıl edebi ve tarihi çeviriler kaynak olarak Avrupa ve Fransa’ya dayanmaktadır. Tanzimat’la birlikte dilde sadeleşme başladı. Osmanlı Tarih yazıcılığı 19. yüzyıl ortalarından itibaren bilimsel tarihçilik için şart olan yan dalların da gelişmesine tanık oldu. Sosyoloji, Nümizmatik gibi alanlarda çalışmalar yapılmaya başlanıldı. Şemsettin Sami, Tarih ve Coğrafya bilgilerini derledi. Biyografik tarih yazıcılığı gelişti. Bu alanda en kapsamlı eser ise Mehmed Süreyya tarafından kaleme alınan Sicili Osmani'dir.


19. yüzyılda tarih yazıcılığı için yeni kaynak türleri olarak Salname’ler oluşmaya başladı. Çünkü hatıralardan oluşan Salname’ler önemli bir kaynak niteliğini taşımaya başlamıştı. Ancak Osmanlı Tarih yazıcılığı sorunlarından biride çoğu kere eserlerin müellifleri bulunmaması ve buna mukabil istinsah edilmiş nüshalarda, cümle, ifade farklılığı oluşuyordu. Diğer tarafta Osmanlı tarihini çok azını bilimsel usullere tenkitçi metin hazırlanmış. Tüm Bunlara rağmen 19. yüzyıl Osmanlı Tarihçilerinde geleneksel tarih ve hikaye anlayışı güçlü biçimde devam etmektedir
                                                                                   (yazar: Emin Yadigarov)

28 Kasım 2016 Pazartesi

II. Dünya Savaşı Blitz Saldırıları

Milkman, London 1940

Resimdeki kişinin gerçek bir sütçü olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bu resim II. Dünya Savaşında Almanya'nın İngiltere'ye gerçekleştirdiği Blitz Saldırıları sırasında, Britanya halkının gündelik hayatını sürdürdüğünü göstermek için propaganda amaçlı çekilmiştir. Fotoğraf, Fred Morley tarafından 9 Ekim günü çekildi ve 10 Ekim'de yayınlandı.

Blitz Saldırıları - Blitz Nedir?

II. Dünya Savaşı'nın başlamasından sonra Hitlerin tam olarak alamadığı yerlerden sadece Britanya kalmıştı. Fransa zaten teslim olmuştu ve Avrupa kıtası Almanya'nın kontrolü altına girmişti. Hitler büyük bir bombalama kampanyasıyla İngiltere'yi savaştan atmayı ya da işgale hazırlık için hava kuvvetlerini imha etmeyi planlıyordu.

Blitz Saldırıları Çocuklar

Hitler 1941'de Rusya'ya karşı saldırı başlatacağı güne kadar İngiltere'yi 7 Eylül 1940 ile 16 Mayıs 1941 tarihleri arasında neredeyse her gün bombaladı. İşte bu saldırılar Blitz ( yıldırım, şimşek) olarak adlandırıldı. 

Blitz Saldırıları


Blitz saldırılarının asıl amacı Londrayı düşürmekti. Halk gece evlerinde saklanırken, gündüz yer altındaki metrolarda saklanıyordu.

Metroya Saklanan Kalabalık
Aşağı resimdeki yer Aziz Paul Katedrali ( Saint Paul's Cathedral ). Blitz bombardımanları devam ediyor ve soğuk bir Aralık gecesi, yangın dumanları şehrin her yerini kaplamıştı.
St. Paul Cathedral
Bir fotoğrafçı saldırı anında, yarım mil uzaktaki  Aziz Paul Katedralin'i gördüğünde imha fotoğraflarını çekmek için yola çıktı. Binadan dumanlar yükseliyor ve izleyen herkes katedralin kesinlikle düşeceğini düşünüyordu. O sırada kuvvetli bir rüzgarın etkisiyle binanın önündeki dumanlar açılmış ve fotoğrafçı bu kareyi yakalamıştı. Herkes katedralin o gece yandığını düşündü, ancak ertesi sabah uyandıklarında binanın ayakta olduğunu gördüler. Pek çok Londralı için bu ilham kaynağıydı. Katedralin bu bombalamadan sağ çıktığını görünce halkın kendilerine olan inançları geri geldi.


İngiltere hükümeti bu tarz fotoğrafları halkın moralini düşürmemesi için sansürlüyordu. İşte bu yüzden Fred Morley halkın moralini yükseltmek için sütçü fotoğrafını sahneleyerek çekmişti.

Blitz'in sonuna gelindiğinde yaklaşık 30 bin Londralı ölüp 50 bin kişi yaralandı.

For English visit Blitz War

22 Kasım 2016 Salı

Tarih ve Sosyoloji Arasındaki İlişki

Tarih ve Sosyoloji İlişkisi

Tarih ve Sosyoloji Arasındaki İlişki

Sosyoloji kelimesi ilk kez August Comte tarafından 21. yüzyıl başlangıcından itibarin yaşanmaya başlayan siyasal ve sosyal gelişmeler sonucunda öne sürülmüş ve modern dünyanın yapısını oldukça etkilemiştir.

İçinde yaşadığımız dünya, birçok değişmenin yaşandığı ve birçok sorunların ortaya çıktığı bir ortamdır. Bunlara bağlı olarak günümüz insanı geleceğe ilişkin kaygı duymaktadır. Ancak bu kaygının yanı sıra eskiye göre yaşamımızı denetleyebilecek daha iyiye götürebilecek olanaklara sahiptir. Gelecek değişimler neler olacak, dünya nasıl bir yön almaktadır, geçmiş olgulara nazaran koşullarımız nasıl değişmektedir ve daha birçok sorunun yanıtları sosyolojinin aynı zaman da onun ikiz kardeşi olan tarihin inceleme alanına girmektedir. Tarihsiz bir sosyoloji düşünülemez nasıl ki olgularla ilişkin güvenilir bilgi daha iyi bir toplumda yaşamak ve olgulara ilişkin güvenilir bilgi daha iyi bir toplum yaşamı için gereklidir.

Sosyal yapılar var olduğu sürece tarih de hep var olacaktır. Özellikle sosyal yapıları iyi gözlemlemek için onu tarihin laboratuvarından geçirmek gerekir. Bu laboratuvardaki araştırma ona dünün, bugünün ve yarının ne olacağına ilişkin rapor sunacaktır.  Günümüzde yoğun olarak yaşanmakta olan sosyo- kültürel olaylar insanoğlunun tarihinden beri hep süregelmişti. Adem’in cennetten kovulmasıyla birlikte, insan oğlunun sosyolojik tarihinin temeli atılmış oluyordu. Sosyolojik tarihin dönüm noktası ise Endüstri Devrimi ile başlanıyordu. Büyük şehirlere göç eden insanlar ve hatta çocuklar da ağır iş koşullarında çok düşük ücretlere çalışmak zorunda kalmıştır. Göçün beraberinde getirdiği uyumsuzluk yoğun nüfus yerlerindeki altyapı sorunu, suç, yoksulluk, intihar gibi sosyal sorunlar dönemin mevcut yöntemleriyle ele alınmaya başlanılmıştır.

Tarih ve Sosyoloji

Bu yeni sosyal ve politik koşullar, sosyal bilimleri de etkilemiştir. Sosyal bilimler arasındaki bu yakınlaşma (tarih ve sosyoloji) ABD’de ve Fransa’da Ranke’ci Tarih Anlayışına karşı çıkan yeni tarih hareketidir. Annales bunun ilk örneğidir. Temel tezleri siyasi tarihin egemenliğine karşı daha geniş ve daha insani bir tarih anlayışıdır. Bütün insan etkinliklerini kapsayacak ve olayların yapıları çözümlemekle uğraşacaktı. Tarih ve sosyoloji yaklaşımı dikkate değer olay olması için 1960’ları beklemek gereklidir.

Özellikle Fernand Braudel ve March Bloch gibi Anales öncüleri, tarihin algısını hikayeci anlayıştan kurtararak sosyal bir olguya indirgemişlerdi. Braudel’in kaleme aldığı "Akdeniz ve Akdeniz Uygarlıkları" adlı çalışmasında, dağların, ovaların, nehirlerin insan kaderine nasıl etki yaptığını göstermek açısından oldukça önemlidir. Zira bu tarihin hikayeci anlayışına vurulmuş en güçlü darbe olmuştur.

Tarihçiler geçmişin siyasetini incelemekte geçmişin sosyal ve ekonomik hayatından daha başarılı olmuşlardı. Aynı dönemde bazı sosyal bilimcilerde tarihin alanlarına doğru bir yönelme başladı. Tarih özellikle sosyolojinin harmanıdır. Yani sosyoloji kendisiyle ilgili bilgileri tarihten toplar. İnsani olan her şey tarihtedir.

Fakat ne yazık ki tarihin kavramını ihtiva ettiği insanlık serüveni başta tarihçilere korkutmuş olacak ki 3. dünya ülke tarihçileri genellikle hikayeci tarih çalışmasına önem vermişlerdir. Günümüzde birçok sosyolog, tarih bilgisinden mahrum olduğundan sosyo-kültürel hayatı boşlukta olmuş gibi değerlendirip dünü bilmeden şimdiyi ve yarını açıklamaya çalışıp olayları yanlış anlaşılmasında sebebiyet vermiştir.

Tarihçiler belgeler ve tarihin, sosyo-kültürel bir ortamda değilde bir boşluktan geldiğini varsayarak hükümler verdiğinden dolayı tarihin anlaşılması zorlaşmıştır.
                                                                                                          ( Emin Yadigarov )

Tarih ve Psikoloji arasındaki ilişki için tıklayınız: Tarih ve Psikoloji

10 Kasım 2016 Perşembe

Halit İkbal Vatanım Sensin Daha Ne Kadar Eğileceksin

Daha ne kadar eğileceksin!!

Oğulların Kafkas dağlarında soğuktan taş kesildiler yine de eğilmediler,

Süveyş kanalında, arabistanda sıcaktan nefesleri,

susuzluktan ciğerleri kesildi. Eğilmediler!

Sen daha ne kadar eğileceksin?

Çanakkale'de bir adım geri atmamak için kendilerini siperlere bağladılar, Eğilmediler!

Sen daha ne kadar eğileceksin!!

İzmir’in göbeğinde, bir camide, Allah’ın evinde, senin gözünün önünde kurşunlandılar, Eğilmediler!

Sen daha ne kadar eğileceksin!!

Sen o kanlı secdeye başını nasıl yaslayabileceksin?

Şimdi senin yasın tutulmayacak, ama onlar balolar düzenleyecekler,
Senin şehitlerine edilen duaları onların dans müzikleri bastıracak.

Daha ne kadar eğileceksin!

Eğildin eğileceğin kadar,

Madem bu kadar eğildin, yere düşen sancağı al ve ayağa kalk.


Halit İkbal Kimdir?
Vatanım Sensin dizisinde adı geçen bu kişinin Halide Edip Adıvar olduğu tahmin edilmektedir çünkü aynı dizide Hasan Tahsin rolü için soy ismini değişerek Hasan Basri olarak yansıttılar ekrana.
(Güncelleme: 10.bölümden anlaşılacağı üzere; Halide Edib rolünde Halit İkbal değil gerçek Halide Edib oynamaktadır.)

Halide edib şiiri için tıklayınız.
Halide Edib hayatı ve resimleri için tıklayınız
Halit İkbal'in Yeni Şiiri YETER için tıklayınız

7 Kasım 2016 Pazartesi

Tarih ve Psikoloji

Tarih ve Psikoloji

Tarih ve Psikoloji Arasındaki İlişki

Tarihin ve kültürün gerek bireysel gerek topluluk halinde olsun bugünkü davranışlarımıza etkisi insan bilincinin ortaya çıkışında kültürün ve kültürel araçlar olan kelimenin, işaretin, mitin ya da sembolün, çağdaş psikolojinin kuruluşundan beri kayıtsız kalmadığı alanlardan biridir.

Doğum çocuk yetiştirme pratikleri çocuk suistimalleri, ensest ve çocuk kurbanları. Bunlar geleneksel tarihçilerin asla el atmadığı, görmezden geldiği konulardan biridir. Oysa tarihte özellikle savaş gibi yıkıcı olaylarda bilhassa liderlerin kişiliklerinin ve psikolojik durumları açıktır. Çocukluk dönemiyle olan bu ilgisinden dolayı tarihi psikolojiden ayırmak mümkün değildir.

Çağdaşlarının dışında kalarak, tarihi belgeci, arşivci, kahramancı ve destancı kalıptan kurtarmayı başaramayan toplumlar, toplumsal ilerleme tasarımında oluşturamazlar. Tarihi sadece kendi sınırları dışında tutan, onu diğer disiplinlerle harmanlayamayan toplumlar, kendi tarihlerini başkalarının yazmasına olanak sağlarlar.

Bu yüzden tarihsel olayı irdelerken özellikle psikolojik yaklaşımlara çok dikkat etmeliyiz. Zira tarihle psikolojiyi birleştirince ‘ psikotarih’ gibi bir disiplinde ortaya çıkıyor. Peki bu disiplin nedir ve neden bu kadar önemlidir?

Özellikle sosyal ve politik grupların, milletlerin geçmişteki ve şimdiki davranışlarının kökenleri sosyal ve toplumları harekete geçiren ‘motivasyon biliminin’ neler olduğunu, onları bu etmenlere sürükleyenin ne olduğunu anlamak için psikotarihe bakmak lazım. Zira bu gün Türkiye’de yaşanan 15 Temmuz olayının kökeninde de psikotarih etkenin ağır bastığını görmekteyiz. Kitlelerin ruh hali, dayanışmanın kökeni, motivasyonun tarihsel geçmişi ve daha birçok önemli faktörleri görmek mümkündür.

Bu noktada tarihçin incelediği başkasıyla zaman içinde, yani art süremli olarak” diğer beşeri bilim dalları ise  “mekan içinde, yani eş süremli olarak mesafe eştiğinden, metodolojik olarak, antropolojide tarihle etkileşime geçer böylece iki bilim dalı birbirini tamamlar. Durağan antropoloji ve devingen tarih iç içe geçer. Gördüğümüz gibi aynı zamanda antropoloji bilmeden de tarih yapılamaz.

Tarihle psikolojiyi incelerken aynı zamanda bireysel ve grup davranışının nedenlerini ararken araştırmacıyı çocukluğa ve tarihe doğru bir yolculuğa çıkarmaktadır. Kaldı ki, “psikotarih” incelemelerini psikiyatriden yapmak, tarihe beyin biyokimyasını ve ruhsal rahatsızlık katmak demektir ve bu tarihsel bilgi için yeni ve fevkalade bir imkandır.

Mevcut grup yaşantılarının tarih içine uzanan psikolojik dinamikleri var mıdır sorusuna cevap aramaya kalkışınca en genel olarak diğer beşeri bilimler tarafından ortaya konmuş olguların kazısına girişmişseniz, disiplinler arası bir işbirliğine zorunlusunuz demektir. Bu kazıda bazı olguların toplumsal, ekonomik, coğrafi koşullara dayanıksız ya da kelimenin tam anlamıyla “toplumsal” , “ekonomik “ ve “coğrafi” yani “zamana ve mekana bağlı” oldukları ortaya çıkar. Onları belirleyen koşullar ortan kalktığında bu olgular da silinip gider. Bu yüzden çağdaş bir tarih disiplinin oluşturarak modern dünyanın gelişmelerinden kopmamak için, disiplinler-arası işbirliği yaklaşımı içinde grup yaşantılarını geriye doğru izleyerek, bu yaşantılardaki  “zamana” ve “mekana” bağlı unsurları birer ayıklayarak psikolojik dinamikler oluşturmak lazım. Bunun için masa başından, kütüphane odalarından, arşiv dairesinden çıkıp, alana inip, coğrafyalar dolaşıp, medeniyetler tanıyarak, onların algısını öğrenerek, ülkelerin hikayelerini dinleyip, farlılıkları ve benzerlikleri ayırt ederek, tarihsel bulguları klinik süzgecinden geçirdikten sonra bir ilerlemiş bilim anlayışını ortaya koyarız, aksi takdirde, hikayeci, önyargılı, popülist, pohpohçu, yalakacı tarih yazımızdan kurtulamayız, beyinlerimiz ilkel olarak, tarihimiz gibi gelişemez.
                                                                                                                              Emin Yadigarov

26 Ekim 2016 Çarşamba

Üniversitelerde Tarih Eğitimi Nasıl Olmalıdır

İstanbul Üniversitesi 1890'lar


Tarih eğitimi aslında toplumsal sorunların çözümünde, çok önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle günümüz dünyasında tarihçilere önem verilmektedir. Bu sebeple tarihçiler sadece tarih öğretmenliği değil aynı zamanda Stratejik Kuruluşlarında, Bakanlıklarda, Elçilik Bürokratlık gibi görevler üstlenmektedir.

Tarih bir milletin tarlasıdır. Her toplum, geçmişte bu tarlaya ne ekmişse, gelecekte onu biçer. Tarlalarına tarihi ekerken; hikayeci, milliyetçi ve ötekileştiren tohumu eken ve ‘geleneksel tarih’ anlayışını devam ettirenlerin, zamanı gelince tohumlarında ölüm meydana gelir. Onun yerine yeni ve farklı tohumlar ekilmeye başlanırsa, zamanla ekilen tohumlar yeni ürün vererek bir sonraki kuşağın tarih yazımını, ötekileştirmeyen, disiplinler arası anlayış, birleştirici bir nitelik kazandırır. Fakat çok az toplum bunu başarmıştır. Çünkü tarihsel önyargıları kırmak  o kadar da kolay değil.

Özellikle hocaların tarih dersini nasıl bir yöntem kullanarak sevdireceği konusu çok önem arz ediyor. Çünkü bir öğrenci hocanın ders anlatmasından sonra kendi başına tarihi bir araştırma da yürütebilir yahut nefret de edebilir. Üniversitelere dahil olma şartları arasında son zamanlar bazı gruplar için tarih dersinden sınav vermek zorunlu sayılıyor. Üniversitenin tarih bölümüne dahil olan akademisyenlerin ısrarla gelenekselci belge fetişistliği ve masa başıcılığı ile tarih yazımını sürdürdüklerini hala görmekteyiz. Elbette bunun kalıcı bir durum olmadığını da vurgulamak isteriz çünkü onların yerini alacak genç akademisyenlerde yetişmektedir.

Dönem derslerinin tartışma şeklinde değil de öğrencilerin adeta bir yazı makinesine dönüştürülmesi, dönem sonunda hoca tarafından bu yazıların konu başlıklarıyla beraber kontrol edilmesi, derslerin öğreterek, fikir aşılamasından çok metodolojik ve teknik bakılması tarih eğitime zarar verdiğini söyleyebiliriz. Hatta daha ileri gidersek ‘makineleşmiş tarihçiler’ fikirlerde değil, harflerde, dipnotlarda hata arayan akademisyenler diye biliriz.

Belki de buna eğitim sisteminde olan eksiklikler neden oluyor.  Ama hocaların kendileri bu eksikliklere karşı çıkarak tarih bölümünde okuyan öğrencileri ezberci eğitim yerine düşünmeye teşvik etmelidir. İster okullarda, isterse de üniversitelerde olsun maalesef,  bilinçaltına bağlı facia içerikli veya kahramanlık etkinlikleri, hikayeci tarih anlayışı dışında farklı aktiviteler görmek pek mümkün değildir.

Özellikle tarihçiler bu konuda çok muzdaripler. Kendi tarihini överek geliştirmeye çalışırlar, oysaki bildiğimiz gibi bir şey eleştirilerek gelişir. Kendini yüceltmek ve düşmanı aşağılamak, tarihin inşa etmek istediği dostluk yerine, sadece nefret tohumunu eker. Buradan eğitim alarak yetişen bireyler bu ideolojik algının, örümcek ağı ören akademisyenlerin birer kurbanlarına dönüşüyorlar.

Üniversitelerde bölüme ait konferansların, seminerlerin çok az yapılması, öğrencilerin akademisyen olarak yetişmelerinde engel olabilmektedir. Hüzünlü ve kahramanlıklar onu sadece aynı gün içinde ‘içgüdüsel’ olarak tatmin ederken, sosyal aktivite ise onu bir ömür boyu yönlendirecek ve ülkesine faydalı bir birey haline getirecektir.

Üniversiteden mezun olduktan sonra birer öğretmen, bürokrat ve akademisyen olacak bu kişiler aynı yöntemi kendi öğrencilerine de uygulayacaklar. Böylelikle eğitimdeki ‘metodolojik zincir’ kuşaktan kuşağa bilinçli veyahut bilinçsiz bir şekilde aktarılmaktadır.

           Pek çok akademisyen, öğrencilerinin ‘ezberci’ olduğundan yakınır aslında burada ezberci öğrencimi yoksa akademisyenin kendisi mi tartışılması gereken konulardan biridir. Tarihin nasıl canlı bir hale getirilebileceği pek az akademisyenin düşündüğü bir olgudur. Akademik camia özellikle tarihi ‘ezberci’ kalıptan kurtarmak için öncelikle kendisi karar vermelidir. Sürekli aynı yerde ve aynı yöntemle ders işlemek de belli bir zaman sonra öğrencide ‘soğuma kompleksi’ yaratacaktır. Tarih ne yazık bizim coğrafyamızda ‘metodolojik kargaşa’ içindedir ve bu da onun düzgün aktarılmasına engel olmaktadır.
                                                                                                                            Emin Yadigarov

25 Ekim 2016 Salı

Osmanlı Fotoğrafçıları - Mihran Iranian

Seraskerat Kapısı 1900 

Osmanlı Fotoğrafçılarından Mihran Iranian’ın hayatı ve kariyeri hakkında maalesef elimizde çok fazla bilgi yok.  Ermeni  siyasi ve kültürünün yoğun olarak yaşandığı İstanbul Pera’da ( Beyoğlu) 1891 yılında stüdyosunu açtı. Iranian, 1895 yılında fotoğrafçı Gugasyan ile ortaklık girişiminde bulundu. 1900’lere gelindiğinde imzasının bulunduğu resimlerinde yeniçağa ayak uyduramadığı için işleri kötü gitmeye başladı.  Bu yüzden Iranian fotoğrafları, dönemin Osmanlı fotoğrafçıları arasında en nadir bulunan fotoğraflardır. Yaklaşık 300 fotoğraftan daha azı günümüze ulaşmıştır.

Sultanahmet Cami 1890'lar


Mihran Iranian’ın fotoğraflarının ana teması İstanbul resimleriydi. Özellikle kullandığı yüksek hızlı fotoğraf çekim tekniği sayesinde, şehrin koşuşturmasını ve telaşını anlatan birçok resmi bulunmaktadır. Gündelik hayatla iç içe olan bu fotoğraflar, devrinin diğer fotoğrafçılarına göre olağan üstü bir gerçeklik sunmuştur.

Beyazıt Cami Avlusu

Sebah & Joalier yada Guillame Berggren fotoğraflarında olduğu gibi Mihran Iranian fotoğraflarının da en önemli hedefi; olabildiğince temiz ve mükemmel bir şekilde dengelenmiş bir kompozisyon sunmaktı. Fotoğraflarını sokaktaki insanlardan habersizce çektiği için, anlık duyguları resimlerinde çok güzel yansıtmıştır.

Nusretiye Cami ve Müşirlik Dairesi 1800'ler


Iranian fotoğraflarına duygusal gücü veren, onun melankolik duygusuydu. Belki de bu yüzden ticari olarak fotoğrafçılıkta başarılı olamamıştı.

Osmanlı Fotoğrafçıları ve Osmanlı Saray Fotoğrafçıları;


  • Abdullah Frères
  • Mihran İranian
  • James Robertson
  • Pascal Sébah
  • Cosmi Sébah
  • Rubellin
  • Basile (Vasili) Kargopoulo
  • Sébah&Joaillier
  • Fahrettin Türkkan Paşa
  • Gülmez Frères
  • Abdullah Frères Filz
  • Ali Sami Aközer
  • Bahaettin Rahmi Bediz
  • American Colony
  • Garabet Amirayan
  • Nicolai Andriomenos
  • Apollon
  • Ali Sami Bahriyeli 
  • Guillaume Berggren, 
  • Bonfils Family
  • Cacouli Frères
  • Caracachian
  • Dildilian Brothers
  • D. Joseph
  • Donatossian
  • Tancrède R. Dumas
  • Ebüzziyalar
  • Ali Enis Oza
  • L. Fiorillo
  • İ. Heyman
  • V. Hissarlian
  • Kilburn
  • Arif Hikmet Koyunoğlu
  • F.W. Krabov
  • Franz Laforest
  • L'Aigle
  • G. K. Lekegian
  • Y. Nalbandian
  • Papazyan Frères
  • Parnasse
  • Othmar Pferschy
  • Phébus
  • Ali Sakib
  • Th. Servanis
  • Servili Ahmed Emin
  • Simon
  • Tchamlidjan
  • Hayri T. Tolgay, 
  • Theodore Vafiadis
  • Jean Weinberg
  • Zangaki

24 Ekim 2016 Pazartesi

Gürcistan Tarihi ve Gürcistan'da Tarih Öğretimi

Gürcistan'da Tarih Öğretimi

Gürcistan Tarihi ve Gürcistan'da Tarih Öğretimi

Gürcistan eskiden beri zengin tarihe sahip olan ülkeler arasındadır. Bu zenginlik zaman zaman ya kasten unutturulmuş yada doğru şekilde öğretilmemesi nedeniyle uzun yıllar unutturulmuştur. 

Sovyetler tarafından yönetilen Gürcistan’da milli tarihe önem verilmemiş ve tarihi miras tahrif edilmiştir. Uzun yıllar Sovyetlerin terkibinde kalan Gürcistan da milli tarihe verilen önem 25 Ekim 1991 tarihinde bağımsızlığını ilan etmesiyle oluşmuştur. O zamanlardan itibaren Gürcistan’da tarih eğitimiyle ilgili ciddi çalışmalar başlamış, yurt içi ve yurt dışı araştırmalarda bulunan akademisyenler Gürcistan tarih eğitiminin yerleşmesi, gelişmesi ve özümsenmesi amacıyla çaba göstermişlerdir. Bazen bu çalışmalar yeterli şekilde değildi. Bunun en temel nedenlerinden biri , SSCB zamanında ülkesinin gerçek tarihini yazmaya korkan insanlar, bağımsızlıkla birlikte Gürcistan tarihine ait kitapları yazmaya başladılar. Fakat yazılan eserler hızlı ve yüzeysel bir şekilde yazıldığı için milli tarih bilincini oluşturmaya yetersiz kalmıştır.

Bağımsız olduktan sonra eğitimimizde ihtiyaç duyulan öğretimlerden biri de tarih dersi olmuştur. Yeni özgürlüğünü elde etmiş bir ülke olan Gürcistan, Tarih dersleri sayesinde ilk adımlarını atmıştır. Fakat hızlı şekilde yazılan Tarih kitapları ve Sovyet tesiri altında kalan öğretmenler ve öğrencilerde tarih bilinci tam anlamıyla oluşmamıştı. Gürcistan’da tarih öğretimi ilkokuldan itibaren şiirlerin öğretilmesiyle başlar, ‘Saerto Sachovebulshi’(Ata Yurdu) kitaplarıyla tamamlanır. Bu derslerde tarihi şahsiyetler, tarihi hadiseler yer alır. Bu derslerin asıl amacı ‘öğrencilerin yaşadıkları ülkenin tarihinden genel tasvir yaratmak, belli milli ve beşeri, maddi ve manevi değerleri benimsetmek, modern Gürcistan devletinin önemli başarılarını ve bazı problemleri açık şekilde anlatmak’ olarak gösterilmiştir.

Tarih derslerinde zengin bir tarihe sahip olan Gürcistan'ın geçmişten bugüne kadar düşman işgallerine maruz kalmasının sebepleri aşılanmaktadır. Bu durum öğrencilere tüm insanları düşman bildirmekte, kendilerine zarar verecek kötü bir varlık olarak göstermektedir. Bu konuda birkaç kışkırtıcı vaka : “Pis Moğollar gelip Gürcistan'ı yağmaladılar, kadın, kız, yaşlı demeden herkesi kılıçtan geçirdiler” “Türklerin bulunduğu yerde çok sayıda esir ticareti vardı. Türkler Gürcüleri esir olarak kullanıyordu”

6. sınıftan itibaren öğrenciler hem Gürcistan tarihi hem de Dünya tarihine ait iki ders almaya başlıyorlar. Bu derslerde çok geniş gereksiz bilgi yığınları yer alıyordu ki, öğrenciler tarihi düşünerek değil, ezberleyerek öğrene bileceklerini düşünüyorlardı. Bu durum hala devam etmektedir. Derslerde kronolojik olayların çok yer alması öğretmenler taraftan yapılan öğretimde zorlanmalara sebebiyet vermektedir. Okullarda derslerin interaktif bir halde olması gerekmektedir. Fakat bu ders metodu şehir merkezlerinin çoğunda bile uygulamaya konulmuş değildir.

Derslerin konulara uygun tarihi yerlerde geçirilmesi öğrencilerde hem tarihe karşı olan sevgiyi artırır hem de öğrenilenlerin unutulmaması adına bir katkı sağlar. Gürcistan’da, lise tarih eğitimindeki en üzüntülü olaylarından biri de, çok önemli tarihi yerlere ve tarihi şahsiyetlerin mezarlarına ziyaret gibi pratik tarih çalışmalarının olmamasıdır.


Tarih, sadece teoriden ibaret kabul edilip sahaya inmek gerekli görülmediği için gençlerde milli bir tarih bilinci, dolayısıyla bir millet olabilme bilinci ve arzusu oluşturulamamaktadır.
                                                                                                                     ( Yazar : Emin Yadigarov )



15 Ekim 2016 Cumartesi

Fatih'in Bosna Ahitnamesi

Fatih Sultan Mehmet Bosna Ahitnamesi


Fatih Sultan Mehmet’in Bosna ruhbanlarının dini hayatlarını serbestçe sürdürebilmeleri hakkındaki fermanı. 28 Mayıs 1463'te Miladroz'da yazdırılan ilk insan hakları bildirgesi olan belgenin orijinal nüshası Bosna-Hersek Fojnica kentindeki Fransiskan Manastır'ındadır.

Bosna ruhbanlarına Sultan Mehmet Han’ın verdiği ahitnamenin suretidir:

"Nişan-ı hümayun şu ki:
Ben ki Sultan Mehmet Hanım. Cümle avam ve havassa ma‘lüm ola ki, işbu darendegan-ı ferman-ı hümayün Bosna ruhbanlarına mezid-i inayetim zuhüra gelip buyurdum ki, mezbürlara ve kiliselerine kimse mani‘ ve müzahim olmayıp ihtiyatsız memleketimde duralar. Ve kaçup gidenler dahi emn ü emanda olalar.
Gelüp bizim hassa memleketimizde havfsiz sakin olup kiliselerine mütemekkin olalar. Ve yüce hazretimden ve vezirlerimden ve kullarımdan ve reayalarımdan ve cemi‘-i memleketim halkından kimse mezbürelere dahl ve ta‘arruz edip incitmeyeler, kendülere ve canlarına ve mallarına ve kiliselerine ve dahi yabandan hassa memleketimize adem gelirler ise yemin-i mugallaza ederim ki yeri, göğü yaratan Perverdigar hakkı içün ve Mushaf hakkı içün ve ulu Peygamberimiz hakkı içün ve yüz yirmi dört bin peygamberler hakkı içün ve kuşandığım kılıç hakkıçün bu yazılanlara hiçbir ferd muhalefet etmeye. Madam ki bunlar benim emrime muti ve münkad olalar.
Şöyle bilesiz."

Günümüz Türkçe'si ile;

Ben ki Sultan Mehmet Han'ım, ihsan edip Bosna rahiplerine buyurdum ki; Kiliselerinizde korkusuzca ibadet ve memleketimizde korkusuzca ikamet edin. Ne vezirlerimden ne de halkımdan kimse bunları incitmesin ve rencide etmesin. Allah'a, Peygambere, Kurana ve kuşandığım kılıca yemin olsun ki canları, malları ve kiliseleri bana itaat ettikleri sürece güvencem altındadır. 4 Nisan 1478


For English please click.