29 Ocak 2019 Salı

Türkiye İdman Cemiyeti İttifakı - TİCİ

Bozkurtlu Güreş Federasyonu Rozeti

Türkiye İdman Cemiyeti İttifakı 


1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk resmi spor teşkilatı olan Türk İdman Cemiyetleri İttifakı kuruldu. İlk spor teşkilatı olan TİCİ'nin Rozeti,  Atatürk döneminde basılan ilk emisyon paralarda olduğu gibi bozkurttu. ( Bk. Bozkurtlu Para )

 İlk başkanlığını Ali Sami Yen, asbaşkanlıklarını da Burhan Felek ve Ali Seyfi'nin yaptığı Türkiye'nin ilk "çok sporlu spor örgütü" TİCİ, sporda demokrasi yolunda önemli adımlar attı.

7 Eylül 1921 günü çalışmanın tamamlanması ile TİCİ’nin kurulması için hükumete başvuru yapıldı. 14 Temmuz 1922 günü toplanan yöneticiler, İdman İttifakının ilk merkez kurulunu seçtiler.

Müdürlüğün başına da eski bir asker olan General Cemal Tahir Taner getirildi. Bundan sonra Türk sporu, 3530 sayılı bu yasanın verdiği yetkiler doğrultusunda, Başbakanlığa bağlı bir "Devlet Kuruluşu" statüsüne kavuştu.



22 Ocak 2019 Salı

İşgal Altında Muhteşem Düğün

Nimet Nevzad Hanımefendi
Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahı Vahdettin’in beşinci ve son eşi Nimet Nevzad Hanımefendi…

1 Kasım 1921 yılında ülke işgal altındayken kendinden 42 yaş küçük biriyle evlenen Vahdettin, düğün tarihinden tam bir sene sonra 1 Kasım 1922 yılında saltanatın kaldırılmasıyla tahtından indirilmiştir.

Nevzad hanım Zonguldaklı bir bahçıvanın kızıdır. Babasının ölümünden sonra 1913 yılında Sultan Reşat’ın sarayına alınmış, Reşat Han’ın ölümünden sonra Sultan Vahdettin’in sarayına nakledilmiştir. Son Osmanlı padişahı Mehmet Vahdettin'in son evlendiği kadındır. Saray geleneğinde, padişah tahttan indikten sonra harem içerisinde bulunan kadınlar ya evlendirilir ya da tekrar ailelerine gönderilirdi. Vahdettin'in kendi haremi olmadığı için kendisinden bir önceki padişah Mehmet Reşat'ın haremindeki 36 adet hatun içinden 12 adet hatun seçildi. Nevzad hanım, bu kadınlardan bir tanesi idi.

Nimet Nevzad hanımefendi camda


Vahdettin, Nevzad hanımdan önce 1918 yılında 57 yaşındayken Nevvare hanımla evlendiğinde, Nevvare hanım 17 yaşındaydı. 1 Kasım 1921 yılında 61 yaşındayken Nevzad hanımla evlendiğinde, Nevzad hanım 19 yaşındaydı.

Sultan Vahdettinin dödüncü eşi Nevvare Hanımefendi


Vahdettin ile Nevzad hanım evlendiğinde, Vahdettin'in kızlarından olan Ulviye Sultan 29, Sabiha Sultan 27 yaşında idi.

Nevzad Hanım pek güzel olduğundan kısa bir müddet sonra padişahın gözüne çarpmış ve çok geçmeden de zevcesi olmuştur.

İstanbul İşgal Altındayken Yapılan Muhteşem Düğün

Düğün merasimleri başlamadan evvel Padişah, kızın ailesini saraya davet etmişti. Nevzad Hanım’ın babası Şaban Bey yaşamadığı için validesi  Hatice Hanım, biraderi Salih Bey, zaten sarayda bulunan kız kardeşi nesrin Hanım ve birkaç yakın akrabaları Yıldız Sarayı’na teşrif etmişlerdi. Hatice Hanım iltifatlarla, Nevzad Hanım’a yeni tahsis edilmiş olan ve saray parkında bulunan hususi köşkte ağırlanmıştı. O gün yemekler verilmiş ve akşama doğru kına gecesi yapılmıştı. Ertesi gün sabah erkenden, Zat-ı Şahane’nin diğer haremlerinin nedimelerinden birer kişi, yeni hükümdar haremi olacak hanıma şahitlik yapmak üzere çağrılmışlardı. Zira Kadınefendiler, nedimelerin vekâletleri vasıtasıyla yeni ortaklarını kabul ederlerdi.

Nevzad Hanım, uzun beyaz ipekten muhteşem bir gelinlik giymişti, başına pırlanta taşlı bir taç, boynuna da yine pırlantalı bir kolye takmıştı. Bir müddet sonra baş hazinedar usta (kıdemli cariye) ve maiyeti köşke teşrif ettiler. Hazinedarlardan sonra Zat-ı Şahane’nin baş imamı ve onu müteakiben Padişah ve iki harem ağası köşke vasıl olduğunda merasim başladı.

Zat-ı Şahane salona girer girmez bütün hanımlar ayağa kalktılar ve merasim nihayetine kadar kimse oturmadı. Nikâh kıyılmadan evvel ağalar şahit olduklarına dair yemin ettiler; nedimeler de efendilerine vekâleten yeni hanımefendiyi kabul etiklerine dair yemin ettiler. Sonra nikâh kıyıldı. Başhazinedar usta gümüş mahfaza içindeki gümüş mührü yeni hanımefendinin eline koydu.  Bu mührün üzerinde “İsmetlü II. İkbal Nevzad Hanımefendi Hazretleri” yazmaktaydı. Düğünden üç gün sonra Zat-ı Şahane, Nevzad Hanım’a birinci rütbe şefkat nişanını ihsan etmiştir.

Vahdettin’in 1922’de ülkeyi terk etmek zorunda kalması ile İstanbul’da kalan Nevzad Hanım, Vahdettin’in kendisini birçok mektupla yanına çağırması sonrasında Sanremo’ya gitmiştir. Vahdettin böylece ömrünün son iki yılını en sevdiği eşiyle geçirmiştir. Kendisinin Sultan Vahdettin’den çocuğu olmadığı için unvanı İkbal olarak kalmış; 16 Mayıs 1926’da Vahdettin’in vefatı sonrası Türkiye’ye dönmüştür.

Nevzad Hanım, 1928 yılında bir vapur kaptanı olan Ziya Seferoğlu ile evlenmiş ve iki çocuğu olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olunca Nimet Seferoğlu adını almıştır. 1950’de Kahireye gittiği ve 5 defa hacca gititği söylenir. Nimet Nevzad Hanım, 1992’de 90 yaşında İstanbul’da hayata gözlerini yummuştur.

Nevzad Hanımın hatıratından Vahdettin’in ölümü;

“Penceremden bakıyorum: mavi deniz, palmiyeler, bahçeler, birbirinden güzel köşkler, ufukta kotralar… Sanremo’nun bu manzarası cenneti andırıyor. Fakat ben kendim cennette değilim. Bu manzarayı cehennemin bir köşesinden görüyorum. Kendime mahsus bir cehennem. Bulunduğum katın bir odasında bir tabut var. Günlerden beri burada duruyor. Bu tabutta Osmanlı Hanedanının son hükümdarı Sultan Altıncı Mehmed Han yatıyor. Mehmed Vahideddin benim kocam…Talihin hayat yoldaşı diye karşıma çıkardığı insan.

Ölümüne acıyor muyum? Bilmem… Ortada birden bire kırılmış itiyatların boşluğu var. Bu boşluğu etrafımda duyuyorum… Fakat bu ölüye karşı bendeki asıl kuvvetli his, acımaktan ziyade gıpta etmek.

Ne mutlu ona, diyorum, ölüm gibi bir nimete kavuştu. Bazen içimden geliyor: Talihe yardım etsem, bu nimeti kendi elimle arasam…

Ben dindar bir kadınım. Bütün benliğim böyle bir duyguya karşı isyan ediyor. Bu vücut bana emanet bir şey. El kaldırmaya ne hakkım var…

Tüylerim ürpererek düşünüyorum, iki saat sonra gece olacak. Her tarafı karanlık basacak. Faturalar ödenmediği için elektrik, su ve hava gazı yok hepsi kesik. Bütün bir gece karanlık geçecek.  Günden güne etrafa bir kat daha  yayılan ölüm kokusunu daha korkunç bir suretle duyacağım.

Bu musibet yerine baskın yapmış gibi, gece her tarafta koca fareler dolaşıyor. Etrafımdaki hava adeta şekil şekil hayaletlerle dolu. Uyku ile uyanıklık arasında saatler geçiriyorum. Hayâl ile hakikati birbirinden ayırmak için yatağımdan fırlıyorum. “Ben var mıyım, yaşıyor muyum? diye her tarafımı yokluyorum.”

Belki de korkunç bir rüyadır. Belki bir gün uyanacağım.

Oh çok şükür, hepsi rüya imiş, diyeceğim…”

Namazı kılınmak üzere Cami içine sokulan Sultan’ın tabutu

 



Nevzat Vahideddin, Yıldız’dan Sanremo’ya, Sf; 9,  Arma Yay.1., İstanbul, 1999.


8 Ocak 2019 Salı

Filistin Arap İsyan Bayrağı

Filistin Bayrağı

Filistin Bayrağı

Filistin Bayrağı İngiliz diplomat Mark Sykes tarafından I. Dünya Savaşı’nda Araplık bilinci yaratmak amacıyla tasarlanmıştır. Sykes, tasarımını yaptığı bu yeni bayrakla, Arap aşiretleri, ‘Araplık’ duygusu etrafında birleştirmeyi umuyordu.

Birinci Dünya Savaşında Arap İsyan Bayrağı olarak, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı Arap İsyanı sırasında Arap milliyetçileri tarafından kullanılmıştır. Osmanlı Devletine karşı ayaklanan Arapların milli bayrağı olarak kabul edilmişti. İngilizler tarafından tasarlanan bayrakta dört renk (beyaz, yeşil, kırmızı, siyah) kullanılmıştır.

Şerif Hüseyin tarafından 1916’daki Osmanlı Devletine karşı yapılan Arap ayaklanmasının sembolü olarak kullanılan bu bayrak, 1964 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü tarafından Filistin halkının bayrağı olarak ilan edildi ve 15 kasım 1988 yılında da yine Filistin Kurtuluş Örgütü tarafından Filistin ülkesinin bayrağı olarak ilan edildi.

Kırmızı üçgen 1916 yılında Osmanlı Devletine isyan eden Şerif Hüseyin’in kabilesi Haşimoğullarını, diğer bir görüşe göre de Arapların Osmanlı Devletine karşı bağımsızlığı için dökülen kanı temsil eder.

Siyah yatay çizgi, Abbasileri; ortadaki yeşil renk Şii Fatımileri; alttaki beyaz renk Emevileri temsil eder.

Tarih boyunca Emeviler beyaz sancak; Abbasiler siyah sancak; Şii Fatımiler ise yeşil sancak kullanmıştır. Kırmızı ise Türklere karşı Arapların bağımsızlığını temsil eder.

1916 yılında İngiltere’nin desteğiyle Arap İsyanı’nı başlatan Şerif Hüseyin, Osmanlı Devleti’nin parçalanmasından sonra Hicaz’da bir Arap devleti kurmuştur.

Lawrance'in yardımları ile Şerif Hüseyin ailesi Arap coğrafyasına adeta emir/kral edildi. Oğulları-çocukları Ürdün, Filistin ve Irak'a kral tayin edilerek bölgede İngiliz kolonilerinin temelleri atıldı. Oğullarından Ali, 1925 yılına kadar Hicaz Krallığını yönetti. Abdullah, mevcut Ürdün Krallığını da yöneten hanedanın kurucusudur. Faysal, önce Suriye Arap Krallığını yönetmiş; ardından da Irak’ı yönetmiştir.


Bölgedeki diğer Arap devletlerinin bayraklarını da bu bayraktan esinlenerek yapılmıştır.

Arap Bayrakları

Kaynak göstermenizi rica ederiz.

22 Kasım 2018 Perşembe

İslamiyet Öncesi Arap Tanrıları - Hubel

İslamiyet Öncesi Arap Tanrıları

İslamiyet öncesi çok tanrıcı bir dine sahip olan Araplar, Hubel, Uzza, Lat ve Menat başta olmak üzere birçok puta inanıyorlardı. Mekke, önemli bir ticaret yeriydi ve pagan Arapların(putperest) en kutsal yeriydi. Şehir aynı zamanda din turizmiyle de ünlüydü. Çoktanrıcı yapıları sayesinde çeşitli yerlerden birçok tanrıyı sahiplenmişlerdi. En kutsal yerleri Kabe'de 360'dan fazla putları bulunuyordu. Her Arap kabilesinin sahiplendiği bir putu vardı.
İslamiyet Öncesi Putlar
Hubel (Kibele) , İslam öncesi Arap geleneği ve inanışında önemli bir yer kaplayan, özellikle Mekke’de tapınılan bir Arap tanrısıdır. 630 yılına kadar Kabe’de bulunan 360 tanrı figürünün en büyüğü ve en güçlüsü olarak saygı görmüştür.

Mekke’ye getirilen ilk put olma özelliği taşır ve Mekke’nin en itibar gören putu sayılırdı. İnsan şeklinde olup, kırmızı akikten yapılmıştır. Arap kabileleri tarafından ilah kabul edilen Hubel'in Suriye’den getirilişi sırasında eli kırılmış; yerine Kureyş müşrikleri tarafından altın bir el takılmıştır.
İsmi Kibele'den dönüşüp "Hubel" halini almıştır. Bu yüzden de Anadolu'nun baş tanrıçası olan Kibele’nin simgesi olan ay, Hubel'in de simgesi olmuştur.
Ay Tanrısı Hubel
Kabe'nin içinde yer alan Hubel’in önünde yedi adet fal oku vardı. Araplar yolculuğa çıkmak, ticaret yapmak, herhangi bir işe başlamak, evlenmek, nesebi şüpheli bir çocuğun babasını belirlemek, öldürülen kimsenin diyetini ödetmek, su kuyusu açmak, ölüyü defnetmek vb. işleri yapmak istediklerinde bu fal oklarını çeker, ona göre hareket ederlerdi.

25 Ekim 2018 Perşembe

Students in Tunisia 1914

Students in Tunusia

Students following a lesson written in the sand, Tunisia, 1914. The letters are in Arabic.

 It reads from right to left "as-salamu alaikum" السلام عليكم, is a greeting in Arabic that means "peace be upon you". The greeting is a religious salutation among Muslims, whether socially or within worship and other contexts. The typical response to the greeting is wa ʿalaykumu s-salām

23 Ekim 2018 Salı

Andımızın Yazarı Kim

Reşit Galip
Andımız

23 Nisan 1933’te Türk siyasetçi ve doktor Reşit Galip tarafından yazıldı.

1933 yılında yazılan Andımız şu şekildeydi;
“Türküm, doğruyum, çalışkanım.
Yasam, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak,
yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir.
Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun.”

Andımız
Reşit Galip öğrenciyken gönüllü olarak balkan savaşı'na ve 1. Dünya Savaşı'na katılıp Kafkasya Cephesi'nde savavştı.

Milli mücadele döneminde Tavşanlı'da müdafaa-i hukuk cemiyeti başkanlığı yaptı.

Atatürk’le bazı konularda çatışmalar yaşasa da 19 Eylül 1932’de Milli Eğitim Bakanı Reşit Saydam’ın yerine bakan olarak atandı. Ardından Türk Dil Kurumu’nun başkanlığını üstlendi ve üniversite reformunu başlattı

Anadolu medeniyetleri Müzesi ve Milli Kütüphane’nin kuruluş çalışmalarında yer aldı.

Almanya'daki nazi iktidarından kaçan yahudi bilim adamlarının Türkiye'ye gelmesi için görüşmeleri yapıp, anlaşmayı imzaladı.

Reşit Galip odası
13 ay bakanlık yaptıktan sonra ekim 1933'te zatürre olup, dinlenmesi tavsiye edilince bakanlıktan ayrıldı.


1934 yılında henüz 41 yaşındayken hastalığı nedeniyle hayatını kaybeden Reşit Galip'in öldüğünde cebinde yalnızca 5 lirası vardı. 


3 Ekim 2018 Çarşamba

Kamikaze Ne Demek

Kamıkaze ne demek

Kamikaze

Birçoğumuz Kamikaze'nin anlamını intihar saldırısı ya da ölüm dalışı olarak biliriz fakat aslında kelimenin gerçek manası farklıdır.

Moğolların Japonya seferleri, Yuan Hanedanı'nın imparatoru Kubilay Han tarafından Kore Yarımadası'ndaki Goryeo Krallığı'nın ele geçirilmesinden sonra Japonya'ya karşı düzenlenen 1274 seferi  ve 1281 seferi  olmak üzere iki askeri sefer ve savaşı kapsar.

İşgal girişiminin başarısız olması tarihsel açıdan büyük önem taşır. Başarısızlık sonucunda Moğol İmparatorluğu'nun yayılmasının doğal sınırları belirlenmiş ve Japon ulusal tarihi de derinden etkilenmiştir.

Japonlar adalarını başarıyla savunurlar ancak Kubilay'ın gemileri açık denizlerdeki kuvvetli dalgalara dayanıklı olmadığı için Moğol donanmasının yaklaşık yüzde 75’inin çok şiddetli fırtınada batmasının da istilanın başarısız olmasında payı büyüktür.

İşgal çok sayıda esere kaynaklık eder ve Japon edebiyatında ilahi rüzgar anlamına gelen kamikaze kelimesinin ilk olarak bu dönemde kullanıldığı görülür.


27 Eylül 2018 Perşembe

Gizemli Bağdat Pilleri

Bağdat Piller
Bağdat pilleri alman arkeolog Wilhelm Konig tarafından 1938'de ırak’ın başkenti Bağdat’ın yakınlarında bulunmuştur. 2 bin yıllık olduğu düşünülen piller, bilim adamlarını şaşkına çevirmiştir. Konig, 13 santimetre boyundaki toprak bir kabin içine monte edilmiş bir bakir silindir, onun etrafındaki demir çubuk ve testinin ağzını kapatan asfalttan oluşan bu nesneyi dünyanın en eski pili olarak tanımladı.

Gizemli Piller

Konig, düzeneğin beraberinde bulduğu parçalara göz attığında, bir arada kullanılabilen bir sistem meydana geldiğini düşündü ve kıymetli objeleri elektroliz yoluyla kaplamak amacıyla üretilmiş olduğunu ileri sürdü.

İçlerine dökülen asitli sıvıyla etkileşime giren kapaktaki metal çubuk sayesinde elektrik akımı üreten pillerin neden kullanıldığı ise gizemini koruyor. Toprak kavanoz içinde bulunan bu pillerde, içerisi oyuk bir bakır silindir ve onun içerisinde demir bir çubuk bulunuyor. Bakır tüp, bir sıvı ile doldurulabiliyor. 

Bu ilginç tasarım, Wilhelm Koenig’in Mezopotamya’lıların kavanozları limon ya da üzüm suyu ile doldurduğu ve bir elektrokimyasal reaksiyon oluşturduğu iddiasını ileri sürmesine neden oldu. Mısır piramitlerindeki figürlerde yer alan ve kölelerin tuttuğu, ışık yayan dev ampulleri anımsatan tuhaf cihazlara güç vermek için kullanıldığını öne sürenler de var, kendine ait bir heykel yaptıran hükumdarın, heykele dokunanların parmaklarının çarpılmasını sağlamak için bu pilleri kullandığını ve bu sayede halkına kutsal olduğunu iddia ettiğini söyleyenler de. Günümüzdeki alkali pillerin çok azı kadar güç üretebilen bu piller insanlara zarar vermiyorlardı ancak dönemin “büyücüleri” tarafından halkı etkilemek için kullanıldığı ve bu yüzden sırlarının geniş kitlelere açıklanmadığı; bu pillerin hükümdarlar ve büyücüler tarafından sır olarak saklanmış olabileceği düşünülüyor.

Bağdat Pili

Pilin yaşı ve bulunduğu bölge, Pers imparatorluğu ya da İkinci Pers İmparatorluğu dönemlerine ait olduğunu göstermekte. Her ikisinin de savaşçı kimlikleriyle ünlü oldukları ve bilimsel çabalarına dair pek fazla kayıt olmadığı düşünülürse, Bağdat Pili’nin gerçekten çok gizemli bir düzenek olduğuna hiç şüphe yok.

16 Ağustos 2018 Perşembe

Fidel Castro ve 2 adet Rolex

Fidel Castro ve 2 adet Rolex

​​
Ağzında pürosu, kolunda 2 adet Rolex marka saatiyle Fidel Castro...

Fotoğraf 1963 yılında Castro'nun Moskova ziyareti sırasında Kremlin Sarayı'nda çekiliyor. Castro'nun hemen karşısında oturan kişi Sovyetler Birliği kominist partisi ilk sekreteri Nikita Kruşçev.

Arka tarafta duvarda Karl Marx resmi bulunuyor.  Fotoğrafın beden dili ise çok ilginç... Odada bulunan herkes Castro'nun püroyu yakmasına gülümseyerek bakıyor. Masada oturanların ellerini birleştirmiş vaziyette. Karl Marx portresinin altına ayakta duran üç kişi ise ellerini arkadan bağlamış şekilde izliyor.

Aslında bu fotoğrafın çekildiği yıllarda, bu tarz resimler sansürlenmişti. Fakat Sovyetlerin yıkımından sonra birçok fotoğraf ve belge yayınlanmaya başlandı.

Kolundaki saatlere değinecek olursak, Fidel Castro çoğunlukla 2 Rolex saat takardı. Bir tanesi GMT (Greenwich Mean Time), diğeri ise Submariner model saatiydi.  Saatler; Havana, Washington ve Moskova'ya ayarlıydı.


Cengizhan KILIÇOĞLU

24 Temmuz 2018 Salı

Ulucanlar Cezaevi Müzesi

Ulucanlar Cezaevi İçi

Ulucanlar Cezaevi​

​​Ulucanlar Kapalı Cezaevi, 1925 yılında inşa edilmiştir.Tam 81 yıl faaliyet göstermiş ve bu süre zarfında birçok siyasi ve askeri mahkumun infaz ya da çile durağı olmuştur.

Günümüzde müzeye çevrilen cezaevinin girişindeki “Mahkumiyete gider" tabelası sizi tedirgin eden bir etki bırakır ve yolunuza devam ettiğinizde dar koridorlarda ilerleyince buranın acı dolu geçmişi adeta insanın yüzüne çarpmaktadır

Ulucanlar Müze

​İçeri girildiğinde ilk olarak mahkûmların manzarasından dolayı "Hilton" adını verdikleri iki katlı, yüksek ve dik merdivenli koğuş karşılar.

Ulucanlar Hilton

​Bu koğuşta Türkiye Cumhuriyeti Devleti başbakanlarından Bülent Ecevit'in kaldığını da belirtmeliyim. Daha sonra tecrit odalarına  doğru yönümüzü çevirdiğimizde hücreler en korkunç haliyle karşımıza çıkmaktadır.

Hücrelerin içinde o günleri  daha iyi anlayabilmemiz için bal mumundan yapılmış heykeller ve fona eklenmiş seslendirmeler dikkatimizi çekmektedir.

ulucanlar cezaevi bal mumu


Tecrit odalarının bulunduğu koridorun sonunda havalandırma için çıkılan; ama aslında çıktığınızda nefesinizin daraldığı bir geçite ayak basarsınız... Okurken içinizin sıkıldığı bu tarihi cezaevinin meydanında bulunan Ulu Kavak ağacının önünde kurulan dar ağacında, tam on sekiz can infaz edilmiştir.



Ulucanlar Cezaevi Dar ağacı


Bu sebepten burada yaşanmış olayları okuyarak değil, gidip gezerek, duvarlarlarına dokunarak, hücre parmaklıklarına hissederek tutunmanızı tavsiye ederiz.



Ulucanlar Dar Ağacı


İnfazı gerçekleştirilen bazı isimleri zikredecek olursak askeri infazda;1962-1963 tarihlerinde Darbe girişiminde bulunan Albay Talat Aydemir, siyasi olarak; Mustafa Pehlivanoğlu, Deniz Gezmiş, ​​Hüseyin İnan, Yusuf Aslan gibi 1980'lerin siyasi olaylarına adları karışmış herkesin bildiği isimleri hatırlayabiliriz.

Ulucanlar Cezaevinde Gerçekleşen İdamlar

  1. İskilipli Mehmet Atıf Hoca - 3 Şubat 1926
  2. Babaeski Müftüsü Ali Rıza Hoca - 3 Şubat 1926
  3. Maliye Nazırı Cavit Bey - 26 Ağustos 1926
  4. Dr. Nazım Bey - 26 Ağustos 1926
  5. Milletvekili Hilmi Bey - 26 Ağustos 1926
  6. Nail Bey - 26 Ağustos 1926
  7. Abdulkadir Bey(Eski Ankara Valisi) - 1 Eylül 1926
  8. Süvari Fethi Gürcan - 27 Haziran 1964
  9. Albay Talat Aydemir - 5 Temmuz 1964
  10. Deniz Gezmiş - 6 Mayıs 1972
  11. Yusuf Aslan - 6 Mayıs 1972
  12. Hüseyin İnan - 6 Mayıs 1972
  13. Necdet Adalı - 8 Ekim 1980
  14. Mustafa Pehlivanoğlu - 8 Ekim 1980
  15. Erdal Eren - 13 Aralık 1980
  16. Fikri Arıkan - 27 Mart 1982
  17. Ednan Kavaklı ( Adli Suçlu) - 13 Haziran 1982
  18. Ali Bülent Orkan - 13 Ağustos 1982




Ulucanlar Ceza Evi Gerçekleşen İdamlar


Şair, sinemacı, politikacı her kesimden insanın durağı olan Ulucanlar; Muhsin Yazıcıoğlu, Yılmaz Güney, Necip Fazıl Kısakürek ve Nazım Hikmet gibi Türk edebiyat ve siyasi hayatında isimlerini sıkça duyduğumuz isimleri yâd edebiliriz.

Ulucanlar cezaevinden diğer görüntüler ;




Taş Taşı Ama Laf Taşıma
Mahkumlardan yakalanan zulalar;

mahkum zulaları
1950 yılında bir çocuğun babasına yazmış olduğu bir mektup;

Ulucanlar babaya yazilmis mektup
Fakir Baykurt'a air eşyalar

Fakir Baykurt eşyaları
Hürriyetini Kaybettin Onurunu Kaybetme!

Hürriyetini kaybettin onurunu kaybetme

                                                                                                                      Yazar : Esra Tunçer